MİMARLIK İLKELERİ BAĞLAMINDA AYA İRİNİ KİLİSESİ

Güzelliğin göreceli olduğu hususunda çoğumuz hemfikiriz. Ancak güzelliği de bazı durumlarda eleştirmeye başlayabiliriz. Felsefede, mimaride, sanatta güzellik, estetik terimiyle karşımıza çıkar. Bu terim güzelliği eleştirme fırsatı hatta güzelliğin doğruluğunu veya yanlışlığını tartışma hakkı verir.

Platon’a göre güzel olan ideadır; Aristotales’e göre ise ahenktir, uyumdur.  Shelling’e göre de subjektif ve objektif zıtlıklarının ortadan kalktığı bir eserde yansıyan şeydir. Peki, mimarlıkta güzellik nasıl değerlendirilir? Bu değerlendirmede en önemli hususlardan biri oran diyebiliriz. Leonardo Da Vinci’nin altın oranı sadece insanlar için değil evrende var olan hemen her şey için geçerlidir. Mimari de buna dâhildir. Ancak mimaride sadece güzellik yapının ayakta kalmasını sağlayamayacağı gibi yalnızca strüktürün dayanıklılığı da yapıyı mimari açıdan değerli bir seviyeye taşımaz. Yalnızca bu iki faktörü içeren bir yapı hala “mükemmel” değildir. Bunlara ek olarak işlevlerin tanımlanması ve ihtiyaçlarımıza karşılık vermesi gerekir.

Mimari yalnızca gözümüze hoş gelmesi için ya da olumsuz hava koşullarından bizi koruması için değil yaşadığımız çevrenin hem ruhumuzu hem de bedenimizi beslemesi için önem taşıyan bir noktadır.

Mimarlığın üç ana bölümü vardır. Bunlar; dayanıklılık, güzellik ve uygunluktur. Dayanıklılık, temellerin sağlam zemine indirilerek malzemenin akıllıca ve cömertçe seçilmesi ile sağlanır. Uygunluk; bölümlerin düzenlenmesi kusursuz olduğunda, kullanımda hiçbir engel çıkmadığında ve her yapının türüne uygun doğru cepheler açıldığında sağlanır. Güzellik ise yapıtın görünümünün hoş ve zevkli olmasına, öğelerinin de doğru bakışım ilkelerine göre orantılı olmalarına dayanır.

Mimarlar az önce bahsettiğimiz temel ilkeleri kendi içlerinde de barındırırlarsa başarılı olarak nitelendirilebilirler. “Kendisine anlam verilen ve anlam veren” mimarlar birden fazla alanda dengeli bir eğitim almalılar. Sanat, matematik, mühendislik, geometri ve hatta tıp hakkında, az da olsa, bilgi sahibi olması gerekir. Bir doktor kadar tıp bilgisine sahip olmasa da insan anatomisindeki orana, uyuma ve antropometrik boyutlara vakıf olması beklenir. Tasarladığı yapının tavan yüksekliğini bir metre olarak belirlemesi durumunda yapı istediği kadar heybetli ve güzel olsun, asıl hizmet etmesi gereken insanların kullanımına uygun değilse tüm önemini yitirecektir.

Yani mimari bir bileşim ürünüdür. Dayanıklılık, güzellik veya işlevsellikten biri bile olmadığında istenilen sonuç elde edilemez. Yapılar en az bu üç açıdan beslenmelidir. Ancak daha da derinlemesine ele alınabilir. Örneğin armoni de mimarlığın temel ilkelerindendir. Sadece müzisyenleri ilgilendirdiğini düşünmek haksızlık olur. Armoni, öğelerin ayarlamalarındaki güzellik ve uygunluktur. Bu da bir yapıtın öğeleri; genişliklerine uygun bir yükseklikte, uzunluklarına uygun bir genişlikte, kısacası tümüyle bakışımlı olduğu zaman gerçekleşir. Örneğin tiyatroların tasarımında armoni en temel problemlerden biridir. Sadece günümüzdeki gibi değil antik zamanlardaki tiyatroları da düşünerek ele alırsak akustik olarak oldukça güçlü olması gereken tiyatroların mimarlarının müzik bilmeden bu tiyatroları tasarladığını düşünmek oldukça güçtür. Çünkü teknolojinin yeterli olmadığı ve insanların sesinin de sınırları düşünüldüğünde izleyicilerin hepsine oyuncunun sesinin iletilebilmesi için mimarların tasarımdan daha fazlasını bilmesi gerekir. Armoninin içerdiği en önemli unsurlardan biri de uyumdur. Uyum da mimarlık ilkelerinden bir diğeridir.

Yapıt; yetkinlikle ve armoni, tasarım, düzen gibi geçerli ilkelere göre yapıldığında oluşan biçem mükemmelliğini Vitrivius, “uyum” olarak tanımlar. Philebos diyaloğunda haz duygusunu şöyle tanımlar: “Haz, uyumdur; uyumun (harmoni) bozulduğu yerde acı meydana gelir. O halde harmoni ve düzen olan yerdeki duygu hazzı, düzensiz bir duygu da acıyı meydana getiriyor.” Uyumun bulunmadığı bir yapı insanın sanatsal doygunluğuna vurulan darbelerden biri haline geliyor. İlkeleri daha iyi anlamak mimariyi daha iyi anlamaya yardımcı olacağından belirli bir yapı üzerinden örneklemek bunun iyi yollarındandır.

Aya İrini Kilisesi Dış Cephe Görünüşü

Aya İrini Kilisesi Erken Hristiyanlık döneminin en eski kilisesi olarak bilinmektedir.  Kilisenin şehrin erken tarihinde özellikle önemli olması ve çok yerde “Antik”, “Eski Kilise” gibi isimlerle anılmasının sebebi de bu olabilir. Ayrıca yapı orijinalinde oldukça mütevazı iken gelişen Konstantinopolis ile birlikte gelişmiş ve güzelleşmiştir.

İlk halini ele alacak olursak, zamanla mimarinin temel ilkelerinden olan işlevsellik için de daha uyumlu bir hale getirilmeye çalışılmış diyebiliriz. Toplumun kiliselere olan talebinin yoğunlaşması Aya İrini Kilisesinin artık işlevini yeterince yerine getiremediğini göstermektedir. Bundan dolayı yenilemeye gidilmiş ve daha büyük bir mekân haline getirilmiştir. Ayrıca zaman içinde kilisenin işlevi de değişmiştir.

Kilise, Osmanlı döneminde birçok sebeple kullanılmıştır. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmemiş onun yerine cephanelik olarak kullanılmıştır. Bu dönemde “Enderun Cebehanesi” ya da “İç Cebehane” olarak anılmıştır.


Aya İrini’nin kuzey cephesini gösteren yaklaşık 1890 tarihli fotoğraf

Daha sonrasında içindeki cephaneliklerin sergilendiği bir sergi alanı olarak kullanılmış ve en sonunda müzeye dönüşmüştür. Bir süre sonra şehrin karışmasıyla ortaya çıkan yangınlar sonucunda tahrip olmuştur. Bu noktada oldukça temel bir sorun da ortaya çıkmıştır: Dayanıklılık. Aya İrini’n ilk halinde kereste kullanılmıştı. Zamanında ve uygun şartlar altında kesildiğinde oldukça dayanıklı olan kereste ve ahşap malzemenin zayıf bir yönü vardır. Bu malzemeler yangına karşı dayanıksızdır. Vitrivius yangın tehlikesi olan yapılarda kesinlikle kereste kullanılmaması gerektiğinden söz etmiştir. Aya İrini Kilisesi de iki defa yanmış, bu yüzden kilise tekrar yapılırken taş kullanılmıştır.

Sébah ve Joaillier stüdyosunca çekilmiş Aya İrini’nin apsisine doğru dizilişine dair fotoğraf

Taşlar oldukça dayanıklı malzemelerdir ancak bu hususta dikkat edilmesi gereken noktalar bulunmaktadır. Taş, inşaatın başlangıcından iki yıl önce ocaktan alınmalıdır. Ayrıca bu işlem kışın değil, yazın yapılmalı ve taşlar açıkta bekletilmelidir. İki yıl açıkta kalmaktan zarar görenler temellerde, bu sınavdan zarar görmeden geçenler ise duvar örmede kullanılırlar. Doğru şekilde örülen taş duvarlar oldukça dayanıklıdırlar. Bunun en güzel örneklerinden biri Aya İrini Kilisesidir. 532 yılında kâgir olarak yeniden yapılmaya başlanan kilise 548 yılında tamamlanmış ve o zamandan günümüze ayakta kalan en büyük Doğu Roma kilisesidir. Bu kilisenin bir diğer özelliği ise Doğu Roma’dan bize kalan tek atriumlu kilise olmasıdır. 

Kilisenin atriumu kiliseye cephesel olarak hem güzellik hem de işlev olarak değer katmıştır. Avlular yapıların doğaya açılan kapısı olmakla birlikte kullanıcıların kendini huzurlu hissedebileceği küçük bir alan sağlamaktadır. Mimarinin üç ana bölümünü eş oranda içermese de hepsinden birer parça içermektedir. Fakat öncelikli olarak Aya İrini Kilisesi döneminin en dayanıklı kilisesi olarak sayılabilir. Bu bağlamda Vitrivius’un tanımladığı unsurların hepsine yer vermektedir.

KAYNAKÇA

  • Ar, B. (2013). Osmanlı Döneminde Aya İrini Ve Yakın Çevresi. (Doktora Tezi). İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
  • Kortan, E. Mimaride Estetik Üzerine. Yapı Dergisi. 03.01.2021 tarihinde, https://yapidergisi.com/mimaride-estetik-uzerine/ adresinden erişildi.
  • Vitrivius,(2005). Mimarlık Üzerine On Kitap. Suna Güven (Çev.). İstanbul: Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları

Yazar : Aslı Yaren ÇAĞLAR

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın